Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Çarşamba, Mayıs 18, 2011

Kaçak


  
   Yaz mevsiminin en sıcak günlerindeyiz fakat ormanın serinliği bunu telafi edebiliyor... Çünkü yaprakları güneşten ve sıcaktan korunmaya elverişli fedakar ağaçlar var üzerimizde.
  
   - Saat : 18: 55 -
  
   Koşmaktan nefes nefese kaldık. Birimiz yirmi yaşın biraz üstünde, birimiz de diğerinden iki yaş büyük iki kız olmamıza rağmen, gösterdiğimiz çaba ve harcadığımız enerji, kuvvet; yaşımızı başımızı aşıyor... İki yüz metre kadar geriden köpek sesleri geliyor, bu ses; kampın ortasındaki meşe ağacının altında kulübesi duran, "Rotrider"lara ait. Çok kabiliyetli, herkesin sahip olmak istediği, eğitilmeye müsait hayvanlar. Ama ne de olsa av köpeği değiller. Evet, ardımızdan gelenler onlar...
   Adımlarımızı sıklaştırıp ormanın daha ücra köşelerine gitmeye çalışıyoruz. İhtiyacımız olan tek şey; bizi, sadece bir geceliğine barındırabilecek ve gözlerden uzak kalmamızı sağlayabilecek bir yer. Yorgunuz, ve artık aldığımız nefesler; gırtlaklarımızı, bir bıçak yutuyormuşçasına yakıyor. Daha önceden defalarca ormanı baştan sona dolaştığımızdan iki ucu arasındaki mesafenin yalnızca yarım saatlik olduğunu ve bu ormanda bizi saklayabilecek nitelikte bir yerin olmadığını biliyoruz. Fakat ormanın diğer ucundaki anayola yetişemeyecek olursak; bu zayıf fikir en iyisi gibi görünüyor. Sırt çantalarımızdan su şişelerimizi çıkaracak kadar bile zamanımız yok. Bu, düpedüz bir kaçış; çünkü kaçmaya devam etmediğimiz takdirde, ikimiz içinde hiç ama hiç iyi olmayacak...
  
   - 1 Saat 20 Dakika öncesi... -
  
   Kaldığımız kampın iki katlı karar merkezleri binasının ikinci katındaki penceresinden atladık. Kuzenim ayağını incitti, benimse; gül ağaçları arasına denk geldiğimden dolayı, elmacık kemiğimin üzeri, gözümün kenarından başlayarak olduğu gibi yırtıldı. Zannedersem sırtımda da sıyrıklar var çünkü sırtım ve çizilen diğer yerlerim cayır cayır yanıyor.
   Kısa sürede kendimize gelebildik ve binanın yirmi metre kadar batı-yakınındaki koruya koşmaya başladık; bu korunun yüz metre ileride bir ormanla birleştiğini, sekiz yıl önce kampa ilk kez katıldığımda tecrübe etmiştim... Ve öyle geliyor ki, bu defa buraya son gelişim...
   Artık kaçabildiğimiz kadar kaçacağız…
   …
  
   Genellikle film seyrederken aklıma gelirdi; bu kahramanlar neden takatinin yettiği kadar koşmuyorlar da, yarı yolda falan kalkıp da dinlenmeye çalışıyorlar diye... Gerçekten de bir müddet sonra, tehlikenin bir soluk geride olmasına rağmen artık tükendiğinizi anlıyorsunuz... Daha hızlı koşmaya güç yetirilemeyeceğini gayet iyi anlamıştım.
   ...
      
     Artık belli bir tempodan daha hızlı kaçacağımızı zannedemiyoruz, çünkü bırak tempomuzu artırıp azaltmayı, başımızı çevirdiğimiz ya da elimizi belimize koymaya çalıştığımız an bile dengemiz ciddi şekilde bozuluyor. Ne yapılması gerektiği akla gelmiyor böylesine gürültülü anlarda. Daha iyi ifade etmek gerekirse; Gürültünün beyinlerde olduğu anlarda...
   Epey yorulduğumuzdan, hızımızı mecburen azaltarak koşmaya devam ettik. Konuşacak olsak ormanın ortasında yığılıp kalacaktık , bu yüzden ikimizden biri ne yapacağımıza karar vermeden konuşmuyorduk, sanki önceden anlaşmış gibi... Koşmaya başlayalı yirmi dakikaya yakın olmuştu. Henüz güneş batmadığından yönümüzü ve saati aşağı yukarı yanılmasız olarak hesap edebiliyorduk. Kuzey batı istikametine, aynen bu tempo ile gideceğimiz takdirde, on dakika sonra anayola çıkarız diye düşünüyordum.
   ...
      
   On beş günlük kampın altıncı gününde aleyhimizde bir telgraf geldiğini, bizi apar topar odasına çağıran kamp müdürü bildirmişti. İkimiz; kuzenim ve ben, ayakta dikilmiş bu telgrafın hangi nedenden ötürü geldiğini kestirmeye çalışıyorduk. Cevap bizim zihinlerimizde uyanan ama on gündür belli etmemeye çalıştığımız cevabın aynıydı; hapis kaçkınına yataklık!..

   ...
      
   Kuzenime ikaz ettiğim halde, o adamla alakasını kesmemişti. Aslında göründüğü gibi olmadığını iddia etmekte ısrarlı ve onun tarafındaydı ama bu öncesi olan bir durumdu. Başımı belaya sokmaktan son anda kurtulduğum bir ara artık sözünü ettiğim 'kaçak'la yollarımızı ayırmak üzere yaptığım konuşmanın akşamı, kuzenim, aynı adamı; hakkında ileriye dönük ciddi şeyler düşündüğü arkadaşı olarak tanıştırmıştı ailesiyle. Orada, o akşam ben de vardım. İçeri girdiklerinde henüz orada değildim ama o akşam beni oraya çeken bir şeyler vardı...
   Ve onlardan yaklaşık yarım saat sonra oraya gittim. Karşılaştığımızda kan beynime sıçramış ve hâlâ benimle görülecek hesabının bitmediğini düşünerek ailemden birilerini bu işe karıştırmaya çalıştığını sanmıştım. Sonra hiçbir şeyin görüldüğü gibi olmadığını anlamıştım. Ona karşı merhametli olmalı ve hayatını kuzenimle beraber yeniden şekillendirmesine izin vermeliyim, diye düşünmüştüm. Her insanın ikinci hatta üçüncü bir şans tanınmasına hakkı vardır. Onu önceden tanıdığımı söylememeye, mazimizi anlatmamaya ve ilk defa karşılaşıyormuş gibi, kuzenimin hatırı için, hayatıma tekrar girmesine müsaade etmiştim. Tabii ki hata etmişim.
   ...
   
    Hesapladığımız gibi on-on beş dakika sonra anayolu görmüştük. Arkamızdaki sesler son on dakikadır azalmış ve uzaklaşmıştı. Belki de bizi takip etmekten vazgeçtiler düşünmüş ve biraz da dinlenebilmek için hızımızı azaltmıştık. Fakat anayola çıkamadan sağ ve sol yanımızdan da benzer sesler duyarak, fena halde faka bastığımızı anladık. Son bir gayretle kendimizi anayola attığımızda ise tam da tahmin ettikleri ve istedikleri şekilde davrandığımızı anladık "ormanın içinden geç ve yola çık, ilk gördüğün arabayı durdur". İşte, devriye otosuyla burun buruna idik!
     ...
  
    Tahmin ettiğim ama ihtimal vermek istemediğim gibiymiş meğerse her şey. Gerçekten de kaçağımızın amacı kuzenim değil, benimle arasındaki hesapmış. Başta her şeyi iyi niyetli düşünmeye çalışarak, onlardan mümkün olduğu kadar uzak kalmaya çalıştım. Her şey göründüğü gibi olsaydı işler iyiye gidecekti ama kötüye gidiyordu. Kendiyle beraber beni de batırmak niyetindeydi, beni batırmak için de kuzenimi...
   ...
  
    Devriye otosuna bindiğimde zihnimin hiçbir şey düşünecek mecali kalmamıştı. Ellerim alnımda nezarethaneye gitmeyi kuruyordum. Artık her şeyi inceden inceye düşünmek istemiyordum. Yorulmuştum. Hayatım masum değildi elbette ama bulaştığım, daha gerçeği bulaştırıldığım son işte; tamamen koruma içgüdüsüyle hareket etmiştim. Kuzenim benim için değerliydi, o alçak bunu gayet iyi biliyordu ve bir insanın hayatında asla taviz veremeyeceği bir merciye saldırmıştı: ailesi ve sevdikleri...
    Önceleri her şey gayet iyi ve yolundaydı. Ben de hayatımın bazı kısımlarını yeniden inşa etmeye başlamıştım. İsteyerek ya da istemeyerek yaptıklarımdan dolayı vicdan azabı duyduğum işleri geçmişimde bırakıyordum artık. Akıllanmanın zamanı gelmeliydi. Ama olmadı, yapamadım.
   Araba hırsızlıkları, sokak kavgaları ve daha birçok normal görünen fakat birçok ince ayrıntıdan dolayı kanunsuz olan işler... Bir yıl öncesine kadar mesleğim sayılabilirlerdi. Bu tür işlerin mensupları ise geniş ailelerden oluşur. O ailelerden birisinin üyesiydim. Bahsi geçen kaçak ile beraber birçok iş yapmıştım; dövüş turnuvaları ayarlardık, planlar, düzenlemeler bizim üstümüzdeydi. Yaptığım işleri kendim bile tasvip etmesem de, serseri zihinli olduğum zamanlarda bu tür işler benim için bir tür eğlenceydi.
   Bir ara eğlencelerimiz arasına çeşitli ve son model otomobillerin fotoğraflarını çekme işi eklenmişti. Fotoğraftan anlardım. Kaçak ve birçok arkadaşım ise araba meraklılarındandı. Onların ilgi alanlarına hizmet amacıyla rica ettiklerinde istedikleri ve yerlerini söyledikleri arabaların çeşitli açılardan fotoğraflarını çekip getiriyordum. İşin bu kısmını, bahsi geçen arabaları çalmak için bu görevi bana verdiklerini, tam bir buçuk ay sonra teslimat gününün ardından beni tebrik ederlerken öğrendim. "bu işi yapamazdık" diyorlardı boynuma sarılırlarken, "Bundan öncekilerde olduğu gibi; sen olmasaydın, bu işi de yapamazdık!"
   Sonradan, bu teslimatın; başarısında benim de büyük payım bulunan sekizinci büyük iş olduğunu öğrendim!..
   ...
     
   Bir yarım saatin ardından şehre indik. Bizi emniyete götürdüler ve sorguya alınacağımız saati beklemek üzere geniş ve serin bir odaya aldılar. Aklımda, sorgu sırasında neler söylemem gerektiğini kuruyordum. Vereceğim ifadede öncelikle kuzenimin bu konuyla alakası olmadığını teyit ettirmek istiyordum. Ona kaçmaya başladığımız ilk dakikada, şayet yakalanacak olursak konuyu bilmediğini ve sadece beni yalnız bırakmamak için peşimden geldiğini söylemesini istemiştim. Her zaman inatçı olduğunu söyleyip hatta bu özelliğiyle övünen kuzenim tabii ki bu teklifimi reddetti. Halbuki ifade sırasında bir şey söyleyecek olursa benim ve sevgili kaçağının işini zorlaştırmaktan başka bir şey yapmamış olacaktı.
   Evet, kaçağı hâlâ seviyordu. İşler sarpa sarmaya başladığında bile eski defterleri açmamış, kaçağı, kuzenimin gözünde bitirmek istememiştim. Kaçak bunu hak etmiyordu ama kuzenim için yapmak zorundaydım. Zaten olaylar son raddesindeyken; kuzenim, bilmesi gereken her şeyi öğrenecekti.
   ...
  
   Kutlama gecesi, benim için; uzun uzun düşünme ve sancılı bir vicdan muhasebesi gecesiydi. Ertesi gün, büyük kararlar alma sorumluluğunun altında ezilerek, kaçağı görmeye gittim.Yollar ayrılmalıydı bir yerden sonra. Artık karşımda gençlik coşkusuyla deli dolu işler yapan arkadaşlar değil de, işledikleri suçlarıyla çığrığından çıkmış zihniyetler duruyordu. Farkındasızlığım, beni de onlardan biri yapmıştı. Zaten kaçakla konuşmamızın kırılma noktası da buydu: "sen de bizim gibi değil misin?" diyordu, her zamanki alaycı gülümsemesiyle...
   Evet, ben de onlar gibiydim ve daha fazla aynı şekilde devam etmemek için, kararımı verdim. Bir daha, ve asla, görüşmemek üzere hepsinden ayrıldım.
   Onlarla bağlarımı koparmamdan iki hafta sonra, kaçak tekrar gelerek benden son bir defa teslimat gününden önceki bir buçuk ay içinde çektiğim aynı arabaların fotoğrafları çekmemi istemişti. Onlardan ayrılmamın sebebi olan bu işi; bu sefer arabaları geri almaları için yapmamı istiyordu. Bu son olacaktı, artık suç işlemek yoktu, düzelme yoluna gidilecekti. Fakat otomobillerin gönderildikleri yerden geri alınmaları için yine farklı açılardan net fotoğraflara en kısa zamanda ihtiyaçları vardı. Bundan önceki fotoğrafları da ben çektiğim için bu işin düzelmesinde rolüm olmalıydı. Kabul ettim ve önümdeki bir ay içerisinde yemeden, uyumadan elimdeki adreslere giderek fotoğraflar çektim.
   Az kalsın hayatımın en büyük hatalarından birini daha yaparak dokuzuncu teslimatın gerçekleşmesine sebep oluyordum. On-on beş gün sonra fotoğrafları teslim etmeye gittiğimde Kaçak yoktu. Diğer arkadaşlardan üç kişi vardı. Gülümseyerek yanıma geldiler. Telaşlılardı ve fazla vakitlerinin olmadığı anlaşılıyordu. Fotoğrafları çıkarmak üzere çantamı sırtımdan indirirken de ekledim: "Emaneti getirdim". 'Kaptan' diye hitap ettiğimiz arkadaş sırtımı sıvazlayarak genel düşüncelerim ve kaçak hakkındaki iyi niyetime son noktayı koydu: "Seni temin ederim ki bu teslimat, bulaştığımız son iş olacak." 
   ...
  
   - Saat: 21:13-
  
   Görevliler içeri girdiklerinde düşüncelerimden sıyrıldım. Sorgu vakti gelmişti. Genç bir polis memuru sorguya alınacağım odaya kadar bana refakat etti. Kapıdan girerken, beni teselli etmek istedi: "Bildiğin her şeyi anlatırsan, sizi burada tutmayacağız."
   Bildiğim her şeyi mi anlatacaktım?.. Her şeyi...
   ...
  
   Bu işi yapılan yanlışların düzeltilmesi için kabul etmiştim. Karşı karşıya bırakıldığım durum ise koskoca bir yalanın altında yatan kanunsuzluklar zincirinin halkalarından biri dahaydı. Fotoğrafları vermemeye kesinlikle kararlıydım. Sessiz kalmam onları tedirginliğe itti: " Fotoğrafları çektin, değil mi?" Hayır, bu işe bir kez daha bulaşmayacaktım! "Bana kimse teslimattan bahsetmedi." Fakat boş bulunarak emanetleri getirdiğimden bahsetmiştim, bu yüzden onların aklına gelmesine fırsat vermeden ekledim: "Buraya da arkadaşınızın hırkasını geri vermek için geldim." diyerek çantamdaki hırkamı Onlara uzattım. "Bende kalmış da..." diyebildim.
   Esasında en yakın arkadaşım tarafından adi bir yalana alit edilmek, sinirlerimi fena halde yıpratmıştı, fakat karşımda dikilenlerin vaziyetinin daha ciddi olduğu fark ediliyordu. Çünkü suratlarında; eskiden başlarına bir 'belâ' sardırdıklarında olduğu gibi bir ifade vardı.
   Oradan çıktıktan sonra, hiç vakit kaybetmeden kaçağı her zaman aradığımda bulduğum köhne kafeteryaya gittim. Oradaydı. Beni gördüğünde gülümsedi, verdiği işi yaptığımı düşünerek rahatladığı belli oluyordu. Masasına oturduğumda ben de aynı gülümsemeyle cevap verdim: "Bana bir daha yalan söylediğini görmemek için, seni bir daha görmemeye karar verdim." Elini hafifçe sıvazladıktan sonra son temennimi de yaparak, bir daha görmemek ve görüşmemek üzere oradan ve herkesten ve sevgili kaçaktan ayrıldım: "Umarım böyle devam ettiğin sürece şansın yaver gitmez!"
   Kafeteryadan çıkmadan önce arkamı dönüp baktığımda yüzünde gördüğüm o donuklaşan ifade, vicdanının sızladığını belli etmeye yetiyordu.
   Bana yalan söylediği için...   
   ...
  
   İçeri alındığımda ve oturmam gereken koltuğa oturduğumda fikirlerim sanki helyum gazıyla dolu ve sadece birkaç iple beynime tutunmuş gibiydi. Uçup gitseler; kendi adımı bile hatırlayamayacak duruma düşecektim. Görevli memur karşıma oturdu. Elini çenesinin altına dayayarak beni dinlemeye hazır vaziyette olduğunu göstermeye çalışıyordu.
   Acaba ben, kendimi dinlemeye hazır mıydım?
   ...
  
   Kaçak ve diğerleriyle kesin olarak ayrıldığım günün gecesi; kuzenim kaçağı, ailesiyle tanıştırmış idi. Onu orada görünce gerçekten çok şaşırarak hala benimle işinin bitmediğini, ailemi bulaştırmak isteyerek, olanları çirkin boyutlara taşımak istediğini düşünmüştüm. O da şaşırmış görünüyordu. Fakat sonra kuzenimin Kaçağı belli bir zamandır tanıdığını öğrenerek hallerine ve her şeyin sakin gidişatına bakarak bunun bir tesadüf olduğuna hükmettim.
   Bu tabii ki bir tesadüf değildi.
   Kaçağın o akşam takındığı şaşkın ifadenin altında yatan kurguları anlayabilmiş olmam gerekirdi. Kuzenimle olan alakasının ucunda; ben ve o harika arabaların harika fotoğrafları duruyordu. Onlardan fırsat buldukça uzaklaşmaya çalıştım. Gitmemek, görmemek için çabalıyordum. Fakat bir yandan da kuzenim için endişelenmeden de edemiyordum. Eğer onun kuzenime olan bu yakınlığı fotoğraflar için değilse idi bile, yine de kaçağa güvenemezdim çünkü birisine yalan söyleyebilen, diğerlerine de yalan söyleyebilirdi.
   Zaten niyetini de kısa bir zaman sonra, yalnız kaldığımız bir ara, yüzüne her zamanki alaycı gülümsemesini takınarak ifade etti: "O fotoğraflara ihtiyacım var." 
   Kuzenimle beraber ve bir bakıma benim de içinde bulunduğum bu zoraki ilişki bir ay sürdü. Kuzenim iyi birini bulduğunu zannetmenin sevinci içindeyken kaçak, bir şekilde fotoğrafları almaya ben ise vermemeye çalışıyordum. Beni ikna edemeyince, kuzenimi, incitme amacını gütmeden, yem olarak kullanmak istemişti. Çünkü arada kuzenim olmasa onunla asla görüşmeyeceğimi biliyor, bu yüzden aşık genç adamı oynamayı yeğliyordu. En başta, içimde çok sert tepkiler doğmuştu. Benimle olan hesabı, kuzenime zarar vermemeliydi. Fakat kuzenime duygusal açıdan zarar verme eğilimleri yoktu. Ona iyi davranıyordu. Bu ilişkiyi sadece amacına hizmet için başlattığı belliydi: benimle irtibatta kalabilmek. Israrla gündüzler yetmedikçe geceler boyu benden fotoğrafları isteyip durdu. İçinde bulunduğu vahim durumundan söz ediyordu sürekli. Fakat karar karardı. Bir yandan kaçağın benim için delice olan isteklerini reddediyor, bir yandan da kuzenime başladığı bu arkadaşlığın olmazlığını anlatmaya çalışıyordum. Kuzenimin: "Peki, ama neden?" sorularına da cevap bulamadıkça işler benim için kör düğüme dönüşüyordu.
   ...

   Görevli memur, sorması gereken birkaç giriş sorusunu ardı ardına sormuştu. Bunları isteksiz yanıtlamamın ardından işin, kaçağın bizimle olan alakasını öğrenmek istedi. Eski bir arkadaşımdı fakat son zamanlarda, aramızda yaşanan bazı tatsızlıklardan dolayı artık görüşmemeye başladığımızı, söyledim. Kuzenimin kaçakla benim sayemde arkadaşlık amaçlı tanıştıklarını ifade ettim. Olan biteni anlatmak benim vicdanımı temizleyecekti fakat anlattıklarımın kuzenime bir zarar vermemesi için susabildiğim kadar susacaktım. Korktuğum soru da fazla gecikmedi: "Peki, kuzeniniz niçin sizinle birlikte kaçmaya çalıştı? Ya da daha önemlisi, siz neden kaçma girişiminde bulundunuz?"  
    ...
  
       Kaçağın tutuklandığını öğrendiğim gün, bir gün öncesinde bana anlattıkları ve benim onu kaale almaz tavrımla ona inanmayışım geldi gözlerimin önüne: "Sana söylemek zorunda olduğum için utanıyorum ama eğer bugün fotoğrafları vermezsen, yarın hapsi boylayabilirim." demişti, inanmamıştım: "Tabi, eminim öyledir." Bu; ardından ısrar duymadığım son isteği olmuştu. Ertesi gün Kaçağın tutuklandığını, bana Kaptan haber vermişti. Ses tonunda: " Arkadaşını kendi ellerinle hapse attırdın." demek istediğini sezdim. Zaten o da fazla bekletmeden: "Sonuçlarına katlanırız artık!" diyerek; hafife aldığım bu işin artık şakaya mahâl bırakmayacağını vurgulamıştı. Birkaç güne kalmadan Kaptan ile yüz yüze görüştük. Kaçağın, son teslimatı mahvetmesi dolayısıyla onu cezalandırmak için, ihbar edip, tutuklanmasına sebep olduklarını itiraf etmişti. Kulaklarıma inanamamakla birlikte, kendi arkadaşlarını ele verdikten sonra karşımda bu kadar rahat oturabilen insanlarla bir zamanlar çok yakın olduğumu düşündükçe, midem bulanıyordu. "Ve şu fotoğraflara gelelim; onları bize vermezsen çok sevdiğin arkadaşının yanına seni de yolarız. Ama anlaşmaya yanaşır da fotoğrafları bize verirsen, arkadaşını tekrar yanında görebilirsin." dediğinde ise kendimi de bu çöplüğün ortasında görür gibi oluyordum. Beni neyle suçlayacaklardı. "Nakliyatta kullandığımız araba fotoğraflarının hepsi, senin o narin ellerin vasıtasıyla çekilmedi mi?". Çıkış yok gibi görünüyordu… Fotoğrafları vermiştim. Anlaşmamız iki taraf için de makuldü. Söz verdikleri gibi; fotoğraflar karşılığında, kaçağı cezaevinden çıkaracaklardı.
   ...
  
   "Bu tip bir itham size yöneltilse siz nasıl davranırdınız?" şeklinde, yöneltilen soruları cevapsız bırakıyor, kuzenimle ilgili soruları geçiştirmek istiyordum: "Söylediğim gibi, yaz kampına yıllardır beraber geliriz, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez, herhalde beni yalnız bırakmak istemedi. "Fakat memur, cevabımın yeterliliğinden şüphe ediyordu: "Ne için kaçtığınızı size hiç sordu mu?" Sormuştu. Kaçağın cezaevine girdiğini öğrendiği gün, öğrenmek istediği her şeyi sormuştu.
   ...
  
   Kuzenime olanları açıklamak beni ve onu hayli yıpratmıştı. Mazimi biliyordu, fakat bu kadar ileri gidebileceğimi aklından geçirmediğini söylüyordu. İleri gitmemiş, götürülmüştüm. Ona; kaçağı, yaptıklarımı, pişmanlıklarımı, kurtulmaya çalışırken battığımı ve vazgeçtikten sonra tekrar dönüşümün ise kendisine zarar verilmemesi için olduğunu anlattım.
   Hayal kırıklıkları yaşadı, bocaladı, öfkelendi çünkü: Kaçağı seviyordu.
   Fedakarlıklar sevgi için değil midir? İkisini de seviyordum.
   ...
  
   Sorguda; karşımda duran saatin yelkovanı dakikaları kovalayıp duruyordu. Tam kırk beş dakika olmuştu ki memur bey ikaz etti: "Lütfen, sorularıma cevap verirseniz daha erken serbest kalırsınız." O ara: "Memur bey, beni; hücrelerin en karanlık olanına atın, günlerce uyutun. Her şey düzelince uyanmak istiyorum, yoruldum." demek istedim, ama diyemedim. Memurun aklından geçenler de benimkiler gibi olmalıydı çünkü o da yorulmuştu.
   ...
  
   Kaçak serbestti. Düşündüğüm gibi kefaret karşılığında çıkarılmamış, alışılagelen kanunsuzluk zihniyeti içerisinde; tutuklu yargılanmayı beklemek üzere kapatıldığı hücreden kaçmasına yardım edilmişti, o kadar! Herkes suçluydu. Yalnızca benimki örtüler altındaydı. Vicdanım dışımda olsa: "Asıl suçlu benim!" diye bağıracak gibi geliyordu. Arkadaşlarım(!) boynuma sarılırlarken söylememişler miydi; ben olmasam bu işi yapamayacaklarını.
   Kaçak serbestti ama artık yalnızdı. Kuzenimi; olanları öğrenmemiş ve kendisini hala kendi halinde genç aşık sandığını düşünüyordu. Umut demetlerini kollarına alarak çıktığı gün bana geldi. Üçümüzün tekrar bir araya gelişi eskisi kadar keyifli olmamıştı. Ortada bir suçlu bir yalancı ve bir de mağdur vardı. Bozulan herhangi bir şeyin eskisi gibi olduğu görülmüş şey midir? Bizimkisi de eskisi gibi oymayacaktı.
   ...
  
   - Saat: 21:58-
  
     "Kuzeninizi de aynı gün sorguya alabilmemiz için bize yardımcı olup; biraz konuşmanız gerekiyor, lütfen. Size nazik davranmaya çalışıyoruz." Bize gerçekten de sabırlı davranıyorlardı. Bölgedeki görevliler yaz aylarında kamp süresi zarfında; güvenlik amacıyla kamp yöneticileriyle temasta olurdu. Karşılıklı saygıdan ötürü bize de olabildiğince yumuşak davranmaya çalışıyorlardı. Nitekim ne kuzenimin ne de benim, bu kadar yıl boyunca en ufak bir saygısızlığımız veya taşkınlığımız görülmüş değildi.
   ...
  
   Kaçak da, kendisinin kefaret karşılığında serbest bırakıldığını zannediyordu. Oysa ki o, hepimiz gibi suçlu olmakla beraber, aynı zamanda bir "Kaçak" idi. Aslında aranan; benim de içinde olduğum bir "ekip" vardı her şeyden önce. Kaçak ise benim suça daha fazla bulaşmak istememem neticesinde ortaya atılmış bir yem idi.
Kaçak, sevdiği kadının; kendisinin kim olduğunu artık bildiğini öğrenmişti. Fakat aramızda kimse kimseye ne hesap sormuş, ne de ver yansında bulunmuştu. Sessizlik ve zamanın; bazı şeyleri değiştirebileceğini umuyorduk. Beklediğimizden de kısa sürede olması bizi yalnızca şaşırtmıştı o kadar.
   Bize geri dönmesinin ertesi günü; kuzenim ve kaçak biraz baş başa konuşabilmek amacıyla dolaşmak için çıktıklarında, elinde arama izni bulunan birkaç polis memuru evime çıkageldi. Soğukkanlı davranarak ne için olduğunu tahmin edebildiğim bu aramayı yapmak istemelerinin nedenini sordum. Memurlar, kaçağın ceza amacıyla içinde bulunduğu hapishaneden dün sabah saatlerinde kaçtığını söylediler. İrtibat kurabildikleri birkaç kişinin ise kaçak ile uzun zamandır görüşmediklerini ve onu bulabilecekleri en muhtemel yerin benim evim olabileceği yönünde cevap verdiklerini söylediler. Kaptan ve ekibi, kaçağı bataklığın ortasında bırakmışlardı. Belli ki giderken beni de götürmesini istiyorlardı.Polisler, evin her tarafına baktıktan sonra ilgili bir şey bulmuşlardı; son teslimat günü fotoğraflar yerine Kaptan'a verdiğim ve kaçağa,ona ait olduğunu ileri sürüp, teslim etmesini istediğim; hırkam.
      ...
  
   -Saat: 22: 24-
      
   "Size yardımcı olmaya çalışacağım, fakat bu geceyi geçirmeme müsaade edin. Nezarethanede bile olsa bu gece uyumama izin verirseniz, yarın sabah ne isterseniz sorun yanıtlayacağım. Söz veriyorum." Beynimdeki düşüncelerin gürültüsünden artık sağlıklı düşünemediğimin, karşımdaki de farkında. Bir an konuşmadan birbirimize bakıyoruz. Dışarı çıkıyor, konuşmalar duyuyorum. Birkaç dakika sonra yanıma geri dönüyor: "Sizi kalacağınız yere götüreyim." Bu günkü zaferi ben kazanıyorum. Fakat yarın söz verdiğim gibi konuşacağım.
   ...
  
   "Tutuklandığı ve hücrede bulunduğu sırada mahkumun sırtında şu an elimizde tuttuğumuz hırkanın olduğu rapor edilmiş." diyerek hırkamı bana uzattılar. Yalan söyleyemezdim fakat laf oyunları yaparak soruları geçiştirme kabiliyetimin de elbette bir sınırı vardı. Herkeste benzer kıyafetler olabilirdi, benim hırkam gibi birçok hırka olabilirdi piyasada. Savunmamı bu şekilde yapmıştım. Memurlar verdiğim cevabın tatmin ediciliğini tartışmak ister gibi birbirlerine baktılar. "Peki, konuyla alakalı herhangi bir bilginiz olursa, bizi haberdar edeceğinizden eminiz." Haber vermeye istekli olduğumdan emin değildim. Annesinin güvenini sarsan küçük bir çocuğun hüznünü hissediyordum içimde.
    Polis memurlarının ardından, kaçak ve kuzenim eve döndüler. Suratlarının ifadesinden, polis otosuyla karşılaştıkları belli oluyordu. Apartmanın köşesinden dönerlerken polislerin binaya girdiğini gördüklerini ve onlar çıkana kadar beklediklerini söylediler. " Bunun, kaptanın işi olduğundan şüphem yok!" dediğinde, kaçağın; düşünceli zamanlarda olduğu gibi alnının kırıştığını gördüm. Gerçekten çaresiz görünüyordu. Bu kadarı ona yetmiş gibi bir bıkkınlıkla: "Şüpheyi üzerimize çeken bir şey olmadı değil mi? diye sorarken, bir an göz göze geldik. Suskunluğum onu tedirgin ederken dikkati elimdeki hırkaya kaydı.
   Cevap yeterince açıktı...
   Göz önünde bulunmak hepimiz için tehdit oluşturmaya başladığında, zihinler çözüm önerilerine açıktı.     
    ...
  
   Bana kalsa kaçağı da alıp teslim olabilirdim. Vicdan muhasebesi böyle zamanlarda şaşmazdı. Beyinler, kendilerini aksine inandırmaya çalışsalar da, hepimizin kalbi birer suçlu olarak atıyordu.
   ...
  
   Sekiz yıl boyunca her yaz, ağustos ayının ortalarında kuzenimle beraber, sıcak günlerde şehrin yakıcılığından kurtulmak için yaklaşık bir saat uzaklıkta bulunan, serin bir vadinin ormanlarla kaplı alanında bulunan bir yaz kampına katılırdık. Kampın yola çıkışına üç gün vardı. Aklıma gelen fikirlerin arasında en mantıklısı; kamp bahanesiyle dikkatleri dağıtmaktı. Bizim kampta konaklamamız süresince ortalık biraz daha sakinleşebilirdi. Kaçak artık bir müddet yanımızda bulunmamalıydı.
Karar verilmişti. Kamp için yol hazırlıklarına başladık ve eve on beş gün yeterli olacak miktarda öteberi aldık. Biz gidiyorduk. Kaçak, biz dönene kadar evimde saklanacaktı. Kuzenim de kaçakla kalmak istedi önce. Fakat sonra her yıl düzenli olarak gittiğimiz yerleri ve yaptığımız şeyleri aksatmamaya karar vermiştik. Böylece herhangi bir şüpheye mahâl vermemiş olacaktık.
   ...
  
   Güneşin doğuşuna uyanamamışım. Halbuki gecelediğim mekan, sabahın ilk ışıklarını rahatlıkla alabilecek şekilde, penceresi doğuya bakıyor. Saatin on bir on dört olduğunu fark ediyorum, şaşırıyorum! Sabahın erken saatlerinde uyanıp, ifade vermeye hazır olamadığım için içimden utanıyorum. On beş dakika kadar sonra, komiser yardımcısı geliyor. Uyanmış olduğumu fark edince içeri giriyor; elinde çay ve birkaç kahvaltılık ile... İştahsızım. Halsiz ve yorgunum. Tam on iki saatlik uykunun ardından bile hala uykusuzum. Memurun suratında rahat bir ifade, kahvaltı edebilmem için elindekileri bana gülümseyerek uzatıyor; sanki ifade vermek için karakolda geceleyen değil, evlerinde misafir ettikleri biriymişim gibi...
   Tekrar şaşırıyorum.
    ...
  
   Kampa yerleştiğimiz gün, kaçağı düşünmeyi biraz olsun bırakıp, kuzenimle ilgilenmemin lüzumunu düşündüm. Başına ne işler açmıştım kısa zamanda... Bir insanın hayatını zora sokmanın ızdırabı, vicdan azabı kemiriyordu beni. Başka ihtimalleri düşünmek bile istemiyordum... Ya kaçak bir şekilde yakalanır ve kuzenimle olan alâkasından bahsederse! O zaman bir kaçkını saklamaktan dolayı belli bir cezaya çarptırılabilirdik. Onun cezasını kendiminkiyle beraber çekmeye razıydım.
   ...
  
   Dün geceden beri kuzenimi aklıma getirememiş olmama hayret ediyorum. Beni konaklamam için götürdüklerinde o, zerre kadar aklıma gelmemiş! Birden silkiniyorum, üzerime hafif bir titreme nöbeti geliyor. Kuzenim nerede geceledi? Bu düşünceler, dudaklarımdan soru halinde dökülmüş olacak ki memur cevap veriyor: "Kuzeninizi merak etmeyin, onu siz uyuduktan yarım saat sonra kampa geri gönderdik." Memurun suratına bakıyorum. Düşüncelerimden artık boğulduğumu hissediyorum. Duyduklarım ile olması gerekenler örtüşmüyor. Bütün yaşadıklarımdan sonra artık olanları idrak edemediğime kanaat getirip çocuksu bir heyecanla birden gözlerimden yaşlar boşanmaya başlıyor. Memur şaşırıyor ve ne söyleyeceğini bilemiyor; aynen benim gibi...
   ...
  
   Kampta kaldığımız üç beş gün süre zarfında, yemekler boğazımdan geçmiyordu sanki. İçim kilitlenmiş, kaskatı olmuştum. Bu duruma son vermeyi öyle çok istedim ki... Önce çok uzak bir yerlere gidip, hayatımın geri kalanını düşünerek geçirmeyi kurdum. Ama arkamda çözümlenmemiş bir yığın problemi, kuzenim ve kaçağı içinde bırakarak terk etmiş olacaktım; vicdanım buna da elvermezdi. Beklemeye karar verdim. Bekledim… Bekledik… Ta ki bir gün Kuzenimle beraber meçhule doğru koşmaya başlayıncaya kadar bekledik.
   ...
  
   Memur, çekingen bir tavırla sırtımı sıvazlayıp, beni teskin etmeye çalışıyor. Anlam veremediği birçok şey var belli ki. Sakinleşince, komiserin odasına kadar bana eşlik ediyor. Komiser masasındaki yığınla kağıtla uğraşırken odasına giriyoruz. Bizi fark edince, kağıtlarla uğraşmayı bırakıyor ve yanımdaki memura dönerek: "Hanımefendiye kampa kadar eşlik edin. Burada daha fazla kalmasına lüzum kalmadı. Bir gecelik burada bulunması, zaten istediğimizi almamızda yeterli oldu."
   Kampa döndüğümde, insanlar bana geçmiş olsun dileklerini iletiyorlar; belli ki onların gözünde oldukça masumum. Kuzenimle göz göze geliyoruz sonra; gözleri dolu. Ve ardından benim de gözümden bir damla süzülüyor; kalbime doğru: geçmişimi temizlemek ister gibi..
   ...
  
   Karakola götürülmemizin sebebi vardı. Kaçak, bizim karakolda sabahladığımız gece şehrin merkezindeki karakola giderek teslim olmuştu. Serbest kalmama bakılırsa, benimle ilgili herhangi bir şey anlatmamıştı… Ertesi gün kamptan ayrılıyor ve şehre gidiyoruz. Bu; benim kampta son günüm. Bir daha dönmeyi düşünmemek üzere vedalaşıyorum. Eve döndüğümüzde, gazetelerden; Kaptan ve onun birkaç kemik adamının da tutuklandığını öğreniyoruz. Kaçak, Kaptanı ele vermiş olacak diye düşünüyorum…
   ...
  
   Kuzenimin hali perişandı. Kaçağın yerinde biz olsak daha fazla üzülmeyecekti. En başında birbirlerine bağlanabilme ihtimali beni ürkütmüştü. Olaylar, ihtimallerin en uç noktalarında vukua gelmeye başlayınca işi oluruna bırakmaktan başka çarem olmadığını anlamıştım. Çünkü artık bazı şeyleri kontrol edemiyordum. Hasılı, artık Kaçağı kuzenimle beraber düşünmek zorundaydım.
   Mahkeme günü biz de oradaydık. Tanık olarak söylemem gereken ne varsa söylemeliydim. Söyledim de… Anlattıklarım, yargı üyelerini biraz daha meşgul ettikten sonra kaçak, Kaptan ve diğer birkaç kişi hapis cezasına çarptırıldılar.
   Vicdanlar rahattı.
   Daha sonra gıyabımda kurulan mahkemede ise hakkımda istenen hapis cezası, para cezası olarak kabul gördü.
   ...
  
   Bir hafta gözümüzü açıp kapayıncaya kadar geçti. Kaçak ve Kaptan cezaevindeler, bense kendi rahat evimde… Mutlaka kaçağı gidip görmem gerek diye düşünerek, daha fazla beklemeden evden çıkıyorum. Onunla birçok şey hakkında konuşmalıyım. Görüşme iznini alabiliyor ve tavana yakın pencerelerden ışık alan, birçok masa ve sandalyenin de bulunduğu geniş salona alınıyorum. Biraz sonra kaçak kapıda görünüyor, göz göze geliyoruz; teslim olmadan bir hafta öncesindeki gibi... Gelip karşıma oturuyor; suratında mütevazı ve buruk bir tebessümle. Sanki elinden şekeri alınmış uysal bir çocuk. "Uysallık" ve Kaçak! Sanki farklı tellerden iki kelime gibi…
   Düşüncelerimden sıyrılmam için "Hoşgeldin" demesi yetiyor. Masaya oturuyoruz. Birbirimizi yıllardır görmemiş gibi bakıyoruz. Yanlış bir şey yaptığını düşündürtecek şekilde ona soruyorum: "Niçin böyle yaptın?" Derin bir nefes alıyor yüzündeki tebessüm yavaş yavaş siliniyor: " Doğru olduğunu düşündüğüm için. Belki de benim yüzümden artık daha fazla bıçak sırtında yaşamamanız için." O an, konuşulmayan ama hissedilen birçok şey oluyor. Buralara kadar gelmemeliydi, diyerek devam ediyorum, fakat artık öncesini konuşmak anlamsız geliyor. Biraz şu anki halimizden bahsettikten sonra aklımdaki soruları sıralamanın vakti geliyor: "Kuzenim seni gerçekten seviyor. Bilmiyorum, belki sadece amacına ulaşmak için bu arkadaşlığı başlattın ama şunu bil ki bu ilişki artık başladığı yerde değil. Söyle bana onu sen de seviyor musun?
   Sorduğum soruyla bakışlarını önüne indirdi, biraz düşündükten sonra cevabı huzur vermişti: "Başından beri niyetim asla kötü olmadı. Sevmek için yaklaşmadımsa da, incitmek için hiç yaklaşmadım. Ona beslediğim duygu: derin bir şefkat ve eğer bana olan hisleri bu kadar derinse onu asla yalnız bırakmayacağımı bilmeni isterim."
   Rahatlıyorum. Kaçağı bekleyen kuzenimi artık kaçak da bekliyor.
   Görüşme süremizin bitmesine aşağı yukarı beş altı dakika kalıyor. "Kaptanı ve ekibini ihbar ettiğin halde, nasıl oldu da ben itiraf edene kadar hakkımda bildiklerini anlatmadılar? Kaçak bir müddet düşündükten sonra mırıldanıyor: "Aramızda bir yemin vardı. "Sabitlenmiş bakışlarım, öğrenmek istediklerimi söyletmeye yetiyor: "Herhangi bir şey olur da başımız belaya girerse, senden bahsetmemelerini istemiştim." diye mırıldandı ve başını önüne eğdi. "Harbi çocuklarmış, aramızda anlaşmazlık çıksa da sözlerini tuttular."
   Birbirimize bakıyoruz. Gözler, daha önce konuşamadıklarımızı anlatıyor birbirine. Kapanış; her iki dudakta da ılık bir gülümseme...
   Görevli sesleniyor; sürenin sonuna gelmişiz.
   ...
  
   Kuzenim ve Kaçak, bıraktıkları yerden başlamak için gün sayacaklardı artık. Onların bekledikleri ve elbette onları bekleyen bir sürü şey vardı.
   Bana gelince; yeniden başlamak için bıraktığım yeri acaba bulabilecek miydim?  
   Kısa zamana bir hayat sığdırmışız gibi geliyordu. Belki de insan istese başına bu kadar şey gelmez, bu kadar hayat tecrübesi edinemezdi. Herkes birbirini dana da yakından tanımıştı sanki bu bilmecenin içinde ve bana öyle geliyordu ki: hayatımızın geri kalanında bize eşlik edecek kadar geniş olan hikayemizin sonuna gelmiştik…
  
   Ama kim bilir... Bir hikayenin bittiği yerde başka hikayenin başladığı da görülmemiş şey değildir…

...

Deniz Andaç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

söylü-yorum