Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Cuma, Nisan 29, 2011

Sinemada Uyumak


Sinemaya uyumak için gideni de ilk defa duyuyorum… Aslında ilk defa duymadım sinemada uyunduğunu... Ama sırf uyumak için sinemaya gittiğini söyledi bir arkadaş geçen gün… İlginç… Bir alış-veriş merkezinde çalışıyor ve hafta içi uykusuz kaldığı zamanlarda iş yerinde bir iki saatlik bir izni olduğunda filme giriyormuş… Patronu da onun bu alışkanlığını bildiği için 'uzun bir filme gir de bari rahat rahat uyu iki saat'. Böyle söyledi, diyor.
Aslında sinemaya gitmek ortalama bir buçuk-iki saatliğine büyük karanlık bir odada oturmak için para ödemek, rizikolu bir iş… Hakkında önceden bilgi edinilip ve birkaç tavsiyeyi de dikkate alarak gidilen filmler pek fiyaskoyla sonuçlanmaz ama ola ki canın sıkıldı ve 'mısırımı alıp ilk filme gireyim' dedin. İşte o zaman ihtimaller seni bekler… Film iyi çıkar, mısır lezzetlidir, işte o zaman film için ödediğin paraya acımaz; iki saatin keyfi paha biçilemezdi, dersin.
Filmin kötü çıkması durumunda ortalama üç ihtimal vardır. Ya benim gibi; filmin sonuna kadar bekler ve belki son dakikalarında kayda değer bir şeylere rastlarım, biraz daha bekleyeyim dersiniz. İkinci ihtimal, filmin yarısında çıkar ve gişelerin önünden, kasada olduğunu bildiğiniz paranıza melül mahzun bakarak geçersiniz.  Son ihtimal ise, otel mantığıyla paralel düşünerek, film bitene kadar gömülüp uyursunuz… Şayet uyku varsa ve film de kötüyse uyumak fikri o kadar da kötü değildir. Az önce bahsettiğim arkadaşın yaptığı gibi filmin başından beş dekika kadar izleyin, sonra uyuyun... Sonunda da bir göz atma imkânınız olduysa, zaten izlemediğiniz kısmın senaryosunu zihninizde kolaylıkla yazabilirsiniz. O zaman hem 'izlenmiş'(!) filmin keyfi, hem de iyi çekilmiş bir uykunun keyfi ruhunuzu kaplar ve gününüz güzel biter…

Peki ya uyku yoksa? Ya film kötüyse? Ve çıkınca gidilecek başka bir yer ve bir-iki saat içinde yapılacak daha iyi bir şey yoksa? Ve üstüne mısır bayatsa ya da çok tuzluysa? O arada açmaya çalıştığınız aystii üzerinize dökülür ve yanınızdaki adam uykuya dalıp horlamaya başlarsa? Ve arkanızda oturan kadın sürekli olarak ayağıyla, oturduğunuz koltuğu arkasından tekmelemeye başlarsa? Ve o anda filme geç kalıp sonradan gelen seyirci, tam da sizin önünüzdeki koltuğa oturursa ve bu izleyicinin boyu da 1.95 ise? Ve tam da…

Yok artık!
İyi seyirler, iyi uykular :)

Celal Temür

Anlatamıyorum...

Orta okul mu lise mi tam hatıryalamadığım yıllara ait, iyi hatırladığım bi şiir vardı. Orhan Veli'nin. Tamamını hatırlayamasam da şiir şöyle bir şeydi:

'Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda
Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle...
... Bi yer var ( bıdı bıdı)
(Buralarda bi yerlerde kelimelerin kifayetsiz olduğunu farkediyordu şair)
......
Anlatamıyorum...'

Aşağı yukarı böyle bir şeydi...

Kızlar birbirlerinin hatıra defterlerine yazardı, ya da en gizli aşk mektuplarının sonu da bu şiirle biterdi. O zamanlar msn iletisi ya da facebook notu gibi mefhumlar söz konusu olmadığından, hislerimizi yayma eğilimimiz bu şekilde cereyan ediyordu.

Özlemini çektiğim şeylerden biri 'el yazıları'dır. Mektuplardır... Küçük pusulalardır... Derste yazılıp; dor top yapılıp birbirimize attığımız küçük kağıtlardır... 'Çıkışta filanca çay bahçesine gidelim'lerdir... Pembe kağıtlara yazılmış: 'Seni seviyorum'lardır... Küçük bir tartışmadan sonra evde çantamızda bulduğumuz: 'Benimle bir daha konuşma!' notlarıdır... Postahane pullarıdır... Ucu yanmış kâğıtlardır... Defterlerin arasında kurumuş karanfillerdir...


Özlüyorum şiddetle...

Özleyenler var, biliyorum...

'....
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum...'

Celal Temür

En güzel ben saçmalarım...

(gerçek kişi ve olaylarla hiç bir alakası yoktur. Ama ilerde olabilir, neden olmasın)

‘Üsküdar’a geçen vapurun penceresinden boğaz köprüsünü seyrediyordum… Kendilerine simit atılma ümidiyle martılar köprüyle benim aramda ayrı bir manzaraydı… Ne kadar da güzeller… Kâh yükseliyor kâh alçalıp denize düşen simit parçası için kavga ediyorlardı… Deniz maviydi gök maviydi ben maviydim… içim içime sığmadığı zamanları mavi olarak tanımlıyordum… Peki bunun yeşille bi alakası var mıydı?..

'Zümrüdü toprağa bulamışlar göz bebeğinin etrafına dolamışlar…'

Nereden dökülmüştü ki şimdi bu dize zihnime… Son zamanlarda sürekli olarak yeşil ve yeşilin tonlarına methiyeler yazıp duruyordum… Yeşil zümrüt derinlik… Sonra birden bire camın dışıda hizamda uçmakta olan martı dedi ki:-Çünkü onun gözleri yeşil!

Tabii ki martı konuşmamıştı. Fakat ben kendime itiraf edemiyorsam bunu biri bana itiraf etmeliydi öyle değil mi… Gözleri yeşildi onun… Bakamadığım gözleri yeşildi… Peki bakamadıysam nasıl biliyordum yeşil olduğunu? Bilmiyorum… Nasıl hatırlıyordum peki gözlerinin rengini tonunu. Hayali nasıl tam da zihnimde beliriveriyordu… Bütün bunları düşünürken vapur iskeleye yanaşmakta olduğundan çantamı ve paltomu alıp yavaş yavaş kalktım ve merdivenlerden inerek beklemeye koyuldum. İnmeye yakın herkes birikir tam da vapurun iskele tarafında. Beşer onar inmeye başladı yolcular ve sonra ben indim.

Hava serindi ben de şalıma sarınıp iskeleden çıktım oyuncak yapboz ve binbir çeşit düşünsen aklına gelmeyecek ama gördüğünde aa bundan da alayım dediğin ıvır zıvırı satanların arasından geçerek meydana yürümeye başladım.

-Küt! Küt! küt!
-Şşşş.. Sus kalbim. Sessiz ol…’

Aaahhhh! Kes zırvalamayı!

‘Faili belli meçhul olansa benim…’

İnsan birine vurulduğu zaman o vurulmanın şok etkisiyle neye uğradığını anlayamıyor. Sendeleyerek geziniyorsun başına geleni fark edene kadar… Bir gariiip hissiyat. Sanki için boşalmış bir paket heyecan doldurmuşlar içine gövdende dolaşıp duruyor… Ne romantizm ne bir hoş eda… Diyorum ya sallanarak geziyorsun ortalarda. Kafanın içinde kendi kendine konuşmacalar. Sarhoşluktan muzdarip. Etraftan yöneltilen soruları olur da anlarsan mantıksız bir şekilde yanıtlıyorsun ki o bile bir maharet.‘Şu akbili ileri uzatabilir misiniz? -Hı? Nasıl? -Akbili diyorum! (hemen yanında duran can sıkıntısında olaylara müdahil olma isteğini dizginleyemeyen ‘emekli sandığı’) : 'Verin hanımefendi verin ben uzatayım! Töğğğğbe estağğğfirullah! Aşık bu delikanlı aşık!’ Eli hani böyle mmm çok güzel olmuş derken yaptığımız gibi parmakları  avcun üzerinde birleştirip ‘Bi susun bi susun! Bir rahat verin. 765 saat düşünmem lazım’

Bu ‘ne olduğunu anlamaya çalışma’ aşaması aşağı yukarı bir hafta falan sürebilir. Bu süre zarfı içinde yemek yiyememe ya da heyecandan bağırsakların beşe takması ve sık sık tuvaleti ziyaret etme sık görülen durumlardır. Durup durup kendi kendine gülümseme ise ‘caba’sı olarak adlandırılır.

-Küt! Küt! Küt! Sakin ol… Herşey yolunda!.. Kalp: 'Sen öyle san. Gerizekalı.'

‘İyi saçmalamak sanattır.’

Sair zamanlarda hiç akla gelmeyen sanat müziklerini birden makamına uygun biçimde söylemeye başlarsın:‘Kapağğt gözleriniiiii kihihihimse görmesiiiiin. Yalnız benim içiğğğğğğn bak yeşiğğğl yeeeşiğğğğl…’

En güzel ben saçmalarım diyorsanız;

Ya sıkı bi sanatçı…
Ya da aşıksınız.

Sevgiler :)

Celal Temür

Çarşamba, Nisan 27, 2011

Merhabası

  Tek başına başlıyor insan; hayatına... Tek başına doğuyor... Bir çığlık; daha güzel nasıl anlatabilir ki hayata gelmenin ne demek olduğunu?..Nasıl bir ızdırapla, sanki her yerinden sıkılmışçasına bir çığlık fışkırır ciğerlerinden; dünya denen ne varsa, onlara hitaben... Buralardayız biraz, bi gülümseyip gideceğiz...

Merhabalar... :)

C. Temür, F. Ylmaz, O. Emre, ve çok yakında... Tuba Karabey :)