Eylüldü.
Onyedisiydi, belki onsekizi.
Seni ilk gördüğümde, bal rengi uzun saçların arkadan irice bir lastikle toplanmış, sırtına uzanıyordu.
Ben senin bal rengi saçlarını sevdim.
Bal rengi gözlerini...
Bal rengi sözlerini;
Bal dengi sözlerini sevdim...
Ben senin, bal rengi gülümseyişinin hemen ardındaki; bal rengi sevmelerini sevdim...
r. su
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
Çarşamba, Kasım 23, 2011
Çarşamba, Kasım 16, 2011
Seni özlemek.
Cümle kurulur biter.
Bitmemiş cümle kurulmuş bir cümle değildir değil mi? Kurulamamış, yarım kalmış, mahzun kalmış…
Seni anlatırken cümle dahi kuramıyorsam, kelimeler kırılıp dökülüyorsa dudaklarımdan… Sana; seni yazmayı beceremiyorsam, bil ki içimde ikmale kalan cümleler vardır…
...
Özlemek öyle derin bir boşluktur, öyle dik bir uçurumdur ki; kıyısındaysan, nefesin kesilir…
Ya seni özlemek? Yâr…
Sesim, soluğum kesilir…
…
Seni özlemek öyle bir sıçramak ki kan ter içinde, uykudan… ya da uyuyamamazlıktan.
Seni özlemek; zemherir soğuğu.
Seni özlemek.
Çünkü öncesi; seni sevmek, özümsemek, benimsemek, içimsemek, taaa derinsemek.
Gülümsemek, canım’samak.
Yârimsemek!
Özlemek neye benzer biliyor musun? Kararsız yağmurlara…
Buluttan tek bir damla düşer. Halbuki yağmur yağmayacaktır. Bulutlar dağılır. Düşen o bir tek damla, dağılır, parçalanır ve bir anda emiliverir. Ne toprağın Su’suzluğu diner, ne de Su derd’e yâr olur. Toprağın göğsü yanarak çatlamaya devam eder…
Biliyorsun ki özlüyorum seni, senin de beni özlediğini, biliyorum…
…
Seni özlemek; umudu kapatıvermektir karanlık dehlizlere,
Seni özlemek, dudaklarımın konuşmaya küsmesi,
Cümlelerimin bitmemesi…
r. su
Pazartesi, Kasım 14, 2011
Otobüs Halleri
Daha dikkatli olmaya çalışırken aptal durumuna düştünüz oldu mu hiç?
Bin vakarla bindiğiniz otobüsün iki durak sonra Beylerbeyi yol ayrımından Üsküdar’a değil de Kadıköy yoluna girdiğini görüp telaşla ve feryat figan otobüs şoförüne seslenmeler, durağa gelmeden otobüsü durdurmaya ve inmeye çalışmalar, bütün bunlar insanın havasını olduğu gibi söndürür…
Şöforden yediğin zılgıt da cabası:
‘E durağa gelmeden bassana ablacım düğmeye!’
İndiğiniz yerden tünel durağına kadar topuklu ayakkabılarla yürümeye çalışmalar. Topuğun burkulması, telefonun elinden düşmesi, derken boynuna sarılı şalın yere inen ucuna basarak boğulayazmak falan.
Of ki…
Aklın nerde diye sormazlar mı insana? Sormazlar! Sormadılar. Söyleyemedim.
Böyle aksaklıklar insanın motivasyonunu bir anda yerle yeksan edebilecek kadar kuvvetli olabiliyor zaman zaman. Çaresi yok. Çare kişiye göre değişiyor. Yüze kadar mı sayılır, kıpırtılı bir parça çakmak için kulaklığa mı davranılır, sakız mı çiğnenilir bilemem. Hal ve vaziyete göre envai çeşitlilik mümkündür…
Bu gibi durumlar yanlış binilen otobüslerden ileri gelir.
Peki ya her gün şaşmadan bindiğimiz müdavimi olduğumuz sevgi yumağı otobüsler?
İşte bu otobüslerde ise tahlil yeteneğimiz şakımaya başlar. Diller susar, gözler konuşur. Misâl, Ddolmuşta aynı şey söz konusu değildir. Çünkü bu gibi yarı kalburüstü toplu taşıma araçlarında birbiriyle pek muhatab olmaz insanlar. Sanki taksi çevirecekmiş, parası olmadığından değil de, taksi rast gelmediğinden dolmuşa binmiştir her bir yolcu. Havada böyle bir koku dolanır zira…
Minibüse de acelesi olanlar biner genelde. Otobüsü bekleyemeyecek olanlar…
Binebilecek olanlar, bekleyenler; sıra olup da kuyruk oluştururlarken başlarlar birbirlerini süzmeye. Bu süzme ritüeli her sabah ve akşam devam eder. Semt otobüsleri müdavimleri için, kim, hangi mahallede oturur, sabah kaçta otobüse biner ve evine hangi saatte döner, hangi marka şemsiye kullanır, kışın gribi kaç günde atlatır malumdur.
Kimse birbirinin ismini bilmez, muhabbetleri de yoktur, fakat birbirleri hakkında karakolda ifade vermeleri gerekse, üç dosya kağıdı bilgi verebilir.
Herhangi bir yolcu hastalanıp da otobüste olmadığı zamanlar, elbette boşlukları doldurmak için onun yerine doğru ilerleriz fakat, gözlerimiz onun varlığını arar. Her bir otobüs yolcusu tesbih taneleri gibidir çünkü. Böyle de içliyizdir.
Gerginlikleri sevmeyiz, çıkarana da çıkarttırana da uyuz oluruz. Ama kavgalarda da illâ taraf tutarız. Tartışma uzar da şoför duracak gibi olursa ‘cık cık cık’ layarak olayı bitirtmeye, şoföre ultimatom vererek yoluna devam ettirmeye çalışırız. Yardım severiz, akbil uzatırız. Birbirimiz için inecek düğmesine basarız. Yaşlıları görünce yer vermeyip uyuyor taklidi yapan genç zevatı kınarız…
Velhasılı kelâm, çünkü laf uzar gider, ko kenara;
Yolcu yolunda gerektir.
Sevgiler benden :)
r. su
Cuma, Kasım 11, 2011
Çarşamba, Kasım 02, 2011
Üsküdar'da akşam vakti
Üsküdar'da akşam vakti...
Hani her zaman güzergâhımdır ya orası; eski kütüphanenin hizasından giriveririm avluya, hafif yokuştur caminin arka kapısından giriş yolu. Sağda kabirler vardır, sahipleri belki kaç yıllaaar önce geçtiğim yerlerde nefes almıştır...Ve elbette kediler vardır, sarılı-siyahlı, irili-ufaklı, analı-yavrulu...
Kenarda köşede oturan ihtiyâr dedeler vardır, ellerinde ekmekler; ufalayıp savururlar avludaki kuşlara... Sessizdirler, kimbilir belki de dertleri vardır kendilerine kadar... Önlerinden geçerim her gün, göz ucuyla seyrederek onları. Kuşlar uçuşur etrafımda kanatlarından öpücükler kondurarak etrafıma.
O sıralar, kim bilir belki, içimde sen; bana kadar...
Mihrimah Sultan camii'nden ezan vaktinin sesleri yükselir...
Avludan Eminönü İskelesi gözükür, daha uzakta Dolmabahçe.Gözlerim denizin kıyısında yüzer; gönlüm 'sen'in sularında...
Şadırvanda abdeste oturur genci, yaşlısı, okullusu... Çeşmeden akan mübareği avuçlar, öper, koklarlar. Karanlık inedurur. Acelesi olanlar şadırvanın etrafından dolanarak merdivenlere giderler hızlı hızlı, karıncalar gibi.
Merdivenlere kadar, yolumdaki kedileri seve okşaya ilerlerim. basamakları aheste aheste inerim. Sola kıvrılıp, renk renk şallar, örtüler satan ihtiyâr arkadaşıma selam verir, halini hatrını sorar, ve iskeleye doğru giderken seni düşünmeye devam ederim...
constantinapolitan
Hani her zaman güzergâhımdır ya orası; eski kütüphanenin hizasından giriveririm avluya, hafif yokuştur caminin arka kapısından giriş yolu. Sağda kabirler vardır, sahipleri belki kaç yıllaaar önce geçtiğim yerlerde nefes almıştır...Ve elbette kediler vardır, sarılı-siyahlı, irili-ufaklı, analı-yavrulu...
Kenarda köşede oturan ihtiyâr dedeler vardır, ellerinde ekmekler; ufalayıp savururlar avludaki kuşlara... Sessizdirler, kimbilir belki de dertleri vardır kendilerine kadar... Önlerinden geçerim her gün, göz ucuyla seyrederek onları. Kuşlar uçuşur etrafımda kanatlarından öpücükler kondurarak etrafıma.
O sıralar, kim bilir belki, içimde sen; bana kadar...
Mihrimah Sultan camii'nden ezan vaktinin sesleri yükselir...
Avludan Eminönü İskelesi gözükür, daha uzakta Dolmabahçe.Gözlerim denizin kıyısında yüzer; gönlüm 'sen'in sularında...
Şadırvanda abdeste oturur genci, yaşlısı, okullusu... Çeşmeden akan mübareği avuçlar, öper, koklarlar. Karanlık inedurur. Acelesi olanlar şadırvanın etrafından dolanarak merdivenlere giderler hızlı hızlı, karıncalar gibi.
Merdivenlere kadar, yolumdaki kedileri seve okşaya ilerlerim. basamakları aheste aheste inerim. Sola kıvrılıp, renk renk şallar, örtüler satan ihtiyâr arkadaşıma selam verir, halini hatrını sorar, ve iskeleye doğru giderken seni düşünmeye devam ederim...
constantinapolitan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)